25 Kasım 2007 Pazar

Yağmurun Toprağa Olan Özlemi…


Geçmiş zamanda, belli olmayan bir gölgeliğin arasına gizlenmiş bir zaman çizgisinde tıkalı kalmış anlar dizisi içinde bir birleriyle sohbet eden mazlum iki dostun hatıralarıyla kirlenmiş olan anıların aktarıldığı sarı ve yıpranmış bu satırlarda dile getirilen ansız ve acı duyulan sözler...

Bir yaz günüydü. Güneş tepede kendisi dışında herkesi çıldırtırcasına yakıyordu yüreğindeki sevinç ile her yanı… Toprak üzerinde yeşermiş olan çimenlerde koşuşturan çocuklara zemin olmuş onlarla hayat buluyordu.

Öğle vakti geldiğinde gözlerini çocuklardan alıp gökyüzünün engin maviliklerine diki verdi, gelmekte olan dostuna doğru. Bugün biraz gecikmişti. Saat 13 ü geçmekteydi. Çocuklar evlerine dönmüş, çimenler sararmamak için toprağa yalvarmaktaydı. Toprak, içinden geçiri verdi. “ bir şeyler mi geldi başına acaba “ diye.

Ansızın bir ses çınlattı kulağını toprağın.“ geç kaldım, dostum özür dilerim” diye. Bulut gelmişti kucağında taşıdığı yavru tanecikleriyle…

“geç kaldın?” dedi toprak.. “ meraklandırmak istedim” dedi bulut. Kucağında sabırsızlıkla bir o yana bir bu yana koşuşturan yağmur tanecikleri şendi. “hadi bırak bizi, toprakla oynamak istiyoruz” diye haykırmaya başladılar…

Toprak kollarını açtı “gelin bir tanecik yavrularım” diye.

Bulut “hadi ne duruyorsunuz” diye bırakı verdi yağmur taneciklerini gökyüzüne. Koşu verdiler toprağa doğru yerçekimi yardımıyla…

Toprak ve bulut gülümsediler, şen içinde koşuşturan yağmur tanelerini görünce…
Bu iki dostluk yüzyıllardır böyle devam etmekteydi. Bu dostluğun ardından getirdiği sevinç sadece yağmur tanelerini değil, yeşillikleri, buğday tanelerini, güneşi, insanları… Sevindirmekteydi.

İki dost zamanın vermiş olduğu sonsuzlukla bir birlerine delicesine bağlanmışlardı. Bulut toprağın üzerinde genişleyen ve çoğalan insanlara daha vazla besin versin diye toprağa her yerde yetişmeye ve sevince boğulan yağmur taneciklerini ulaştırmaya çalışmaktaydı.

Zaman geçiyordu, bulut yorulmak bilmeden koşuşturuyordu. İnsan büyümeye, çoğalmaya başlamıştı. Doğayı, toprağı, bulutu ve hatta yağmur tanelerini unutmaya başlamışlardı. Onlara yüzyıllardır bakan toprağı unutmuş onu öldürmeye başlamışlardı. Her yanı beton bloklar sarmıştı artık ağaçlar ve çiçekleri, toprak yerine betonlar kucaklamaya başlamıştı… Bir yaz günü geçti, bir kış günü geçti, derken iki, üç… Bulut artık yorulmuş, kucağındaki hüzünlü yağmur taneciklerini taşıyamaz hale gelmişti. Güneş bu olaya çok kızmış ve üzülmüştü.

İnsanlara hayatları boyunca karşılaşmadıkları bir sıcaklık vermeye başladı içindeki tüm nefreti boşaltırcasına. Bulut yorgundu. Gökyüzünden yeryüzüne bakıp haykırıyordu. “ dostum” nerdesin diye. Toprak yok olmuştu. Artık eski kaldığı yerde değildi. İnsanlar onu onursuzca katletmişti. Bulut derken cılız bir ses duydu uzaklardan. Hızlı bir şekilde gelen sese doğru ilerledi. Yağmur tanecikleri sevinçliydi. Bu gelen toprağın sesiydi. Bir süre sonra bulut durdu. Kocaman gövdesinin altında dostu bulunmaktaydı. Kocaman yüzünden arta kalan çatlamış gözleri hüzünlüydü. Akan gözyaşı toza, kuma bulanmıştı. Toprak artık ölmüş geride kalanı ise öfkeden kudurmuştu.

Bu olanları gören bulut ve yağmur taneleri öfkelenmiş ve tüm şiddetleri ile insanların, binaların, gökdelenlerin, caddelerin ve yapay besin kaynaklarının üzerine delice boşalmaya başladılar.

Peki ne mi oldu? , fırtınalar koptu, seller çıktı…. Ne mi oldu? KÜRESEL ISINMA oldu. Peki ne mi oldu? İnsanlara değer veren DOĞA ANA ya ihanet edenler, cezalarını buldu…

Peki geç mi kaldık? … yooooo, hiçte değil. Bulut, yağmur taneleri, rüzgâr, toprak, güneş… TOPRAK ANA dan insanlara son bir şans daha vermeleri için her gün yalvarmaktalar..

Henüz geç kalmadık. Bu gidişe dur diye bilmek için…

1 yorum:

Unknown dedi ki...

Taş bloklar arasında yaşamak kadar iğrenç birşey var mı.?Ama biz,bu iğrençliği çok iyi aşarıyoruz..Kİmse kusura bakmasın ama eskilerin kafası bizde yok..Eskiden teknoloji zayıf(hatta sıfır noktasında diyebileceğimiz tarihlere gidelim) beyinler iyiydi,şimdiyse teknoloji almış başını yürümüş bizlerin beyinleri ise küçülmüş...bazen eski yapılara bakıyorum da tecrübelerini,bilgilerini ne kadar da güzel aktarıyorlar o yapılara.Ellerindeki malzemenin ne işe yaradığını,nasıl kullanılabileceğini ne güzel biliyorlar..Oysa şimdilerde çimentodan ev yapmayı, içini teknolojik aletlerle donatmayı marifet sayıyoruz..Ne kadar acı verici bir durum.. Takvimler,tarihin ileri doğru aktığını gösterirken,durup dikkatli baktığımızda aslında milattan öncelere doğru gittiğimizi görelim..Bu ilkellik anlamında değil..Beyin anlamında..

Yazılarına bakarken kendimi gördüm..Sanki kalem benim elimde gibi hissettim..Tarzın benimkine benziyor:))bir konuyu hikayeleştiriyorsun önce sonra içine vermek istediklerini serpiştiriyorsun:))

HEP BİRLİKTE GÜZEL OLANA DOĞRU KANAT ÇIRPALIM...KUŞLAR GİBİ...

Katkıda bulunanlar